SAFRAN ABLA

BİLGİ SAYFALARI

BİTKİLERİN KRALİÇESİNDEN

BAHARATLARIN EN KIYMETLİSİ
SAFRAN BAHARATI

GENEL BİLGİ:
SAFRAN: Latince adı Crocus Sativus olan Safran bitkisinin çiçeğinde bulunan üç adet uzantının (Stigma dişilik üreme organı uzantıları / döl kanalı) kurutulması ile Dünya'nın en değerli Safran baharatı elde edilir.

Safranbolu'nun endimik (yöresel olan, o yöreye özgün olan) bitkileri arasına giren safran; bugün üretimde söz sahibi olan ülkelere tohum yataklığı yaptığından, bu ülkelerde de safran; dillerine uygun hale getirilerek kullanılmaktadır.

Dünya'nın en pahalı baharatı olarak satılmasına rağmen, "safrana" talebin her geçen gün artıyor olması, faydalarının ve katkılarının vazgeçilemeyecek boyutlara ulaşmış olmasındandır. Sağlık açısından fiyatıyla kıyaslanamayan bir öneme sahip olmasındandır.

Safran gelenekselleşmiş olan (yemek, tatlı ve içeceklere katılması, ilaç yapımı gibi) alanlarda kullanılımının yanısıra, bünyeyi ve sistemleri korumada pratik çözümler sunuyor olması, safranın sahasını genişleten dolaysıyla vazgeçilmezliğini ortaya koyan başlıca nedendir. Safranın başka hiçbir bitkide bulunmayan bazı özgün etkin maddeleri içermesi; onu kıymetli kılan, onu çok değerli yapan nedenlerden bir başkasıdır.

Arıtılmadan, damıtılmadan, saflaştırılmadan toplandığı biçimde yani esans, öz ve türevleri biçiminde değil direk meyve olarak satılan ve öylece kullanılan Safran Dünya'nın en pahalı, en popüler bitkisidir. Altın Çiçektir. Aristotales'in (Aristo M.Ö. 384 - 322) öğrencisi Teofraste'nin (Theophrastus M.Ö. ?-287) tanımlaması ile safran "drogların Kraliçesidir" (Drog: Bitki ve Hayvalardan kurutularak yada özel metodlarla elde edilen tedavide kullanılan madde)

Toplanması ve yetiştirilmesi oldukça zor olan Safran baharatı; sadece çiçeklerinin ortasında yer alan 15-20 mm boyunda üç adet "Tepecik yada Dil" denilen 20 mm'lik ürünün toplanması ile elde edilir. Başka bir anlatımla Safran; dişi organın yumurtalığına (ovary) giden "döl yatağı kanal ağzı" ile "döl yatağı kanalınıda içeren stigmanın" (özetle: safranın) toplanıp kurutulmasıyla elde edilmektedir.

Yanlış ve eksik anlamanın önüne geçebilmek için vurgulamakta fayda var. Safran, Safran çiçeğinin tamamından elde edilen bir ürün değildir. Safran; çiçeğinin ortasındaki "tozlayıcı erkek organların" arasından üçe ayrılarak çıkan, kırmızı renkli "yumurtalık döl yolu" kanallarının toplanması ile elde edilmektedir.

Safran çiçeği içinde yer alan polen tutucusu ve nakledicisi besleyicisi konumunda olan "dişilik (stigma)" organlarının toplanması ile elde edilir. "Tepecik / Stigma" denilen bu uzantı; yumurtalıktan çıkan aynı köke bağlı 20 mm "İplikçik (Filament)" ile "Erkeklik organından (Stamen)" gelen polenleri yakalayarak döl borusuna (yapışkanlı yüzeye) ileten ağızdan meydana gelmiştir. Resimde de görüldüğü gibi; "Dişilik organı (Stigma)" denilen uzantıların toplanıp kurutulmasıyla Safran baharatı elde edilmiş olur.

Safran işini meşakkatli kılan, çiçek toplanma zorluğuna ilave olarak elde edilen mahsülün ikinci bir işlemden geçirilerek, 50 çiçekten (150 adet stigma) ancak 1 gram elde edilebilen ürünün cımbızla çıkarılmasıdır. Erbabı olan bir kişi bir saatte ancak 50-60 gr Safran baharatını (stigmaları) çiçeğinin içinden ayırabiliyor.

Unutmamak gerekir! 'değeri' altın gibi olmasa; altın fiyatına 'safranı' kimse almazdı, ekimide binlerce yıldır yapılıyor olmazdı. Safran elde etmenin meşakkati ve zorluğu gerçekten elde edilen ürün miktarını sınırlamakta, dolaysıyla fiyatınıda altın gibi yapmaktadır. (Gümüşten yaklaşık 10 kat pahalıdır. Ekim 2017 külçe Gümüş kilo fiyatı 540$/~2100 TL. gramı 2,1 TL) Birim alandan alınan hasat diğer ürünlerde tonla ifade edilirken, safranın hasatı aynı birim alanlarda gramla ifade buluyor.

SAFRAN BAHARATININ BİRİM AĞIRLIK DEĞERLERİ

1 gram Safran için yaklaşık; 50 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 150 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

10 gram Safran için yaklaşık; 500 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 1.500 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

100 gram Safran için yaklaşık; 5.000 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 15.000 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

1000 gram Safran için yaklaşık; 50.000 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 150.000 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

Ürün o derece hafif ki; 1 kg ürün elde edebilmek için iyi verim veren topraklarda 2.000 m² / 2 Dekar (Dönüm. 1000 m²) tarlanın işlenmesi gerekmekte. Neden derseniz? 1000 m² / Bir dekar (dönüm) tarladan Safranbolu ortalamasına göre; birinci yıl 350 -400 gr, ikinci yıl 600 - 700 gr olan üretim üçüncü yıl yeniden 400-500 gramlara doğru düşmekte.

Örneklemek gerekirse bir futbol sahasından (50x100=5000 m²) 2,5 kilo ürün alınabiliyor. 125.000 adet çiçek ve bu çiçeklerden toplanmak zorunda kalınan 375.000 adet baharatı oluşturan safran.(stigma / tepecik / dil... )

Üretimin düşmeye başladığı 3. yıl tarla sökülüp yeniden dikim yapılır. Bu işlemle üretim verimliliği korunurken, elde edilen fazla soğanlarlada yeni üretim tarlaları elde edilebiliyor. Genelde bir tarlaya 6 seneden fazla, yani iki dönemden fazla safran ekimi yapılmadığından (toprağı safrana gerekli mineraller bağlamında fakirleştirdiğinden) tarlaların nöbete alınması bu basamaklama sayesinde daha kolay hale gelir.

Yukarıdaki tablolardan da anlaşılacağı gibi elde edilmesi oldukca zor ve uğraşlı bitki olmasının yanı sıra; çok büyük alanlardan çok az miktarlarda ürün alınabilmekte. Bu üretim zorluklarıda fiyatını "en pahalı bitki" ünvanını alacak kadar yükseklerde tutmaktadır.

"Altın fiyatı" ile yarışan bitki mertebesine oturtulan bitkininde fiyatı, "altın" (en azından "sanki altın" dedirten) düzeylerinde olur. Altın gibi safranda, "1 gram" gibi müşteri taleplerine uygun ambalajlar içinde sunulmaktadır. Sarrafın altını tarttığı gibi, aktarda safranı öyle tartar.

Öyle ısrarcı talepler olmasa bugüne ulaşır mıydı? Eğer kullanım alanlarında alternatifi olsaydı, son derece seçici olan safran tarih boyunca yetiştirilmiydi?

Faydasının oldukça fazla olması fiyatını ikinci plana itiyor. Yararlarının çok olması, safranın Dünya üzerindeki rağbetini artırıyor. Kullanım alanlarındaki popülerliliğini koruyor olması, Altınla yarışan bu bitkinin tarımını / devamlılığını mümkün kılmaktadır. Tarih boyunca hep öyle olmuşki günümüze kadar varlığını "bitkilerin kraliçesi" olarak sürdürebilmiş.

SAFRANIN (Baharatının) SAĞLIĞA FAYDALARI - KATKILARI

Safran baharatı (eldeki buluntulara göre Mezopotamya M.Ö.3000) tarih boyunca zihinsel ve fiziksel rahatsızlıkların giderilmesi için kullanılan bir ürün olagelmiştir. Sağlıklı bir beden ve pozitif bir ruhsal yapıyı elde edebilmek için bir tedavi malzemesi olarak kullanılmış.

Safran bilinen en eski kültür (doğada üreyen değil. İnsan eliyle üretilen) bitkilerinden biri olduğu buluntularla ortaya çıkarılmıştır.

Çağımızda "ÖNLEYİCİ TEDAVİ" olarak yaşam formlarımıza kattığımız sağlıklı kalma tercihlerinin, ön-protipi olarak / en güzel örneği olarak; yemeklere, içeceklere, tatlılara katılarak miras bırakılmış. O günün şartlarında bilinenler sınırlıda olsa Safranın mucizevi bir baharat-ilaç kabul edildiğinin işareti olarak, tarih boyunca yemeklerdeki ve tedavilerdeki yerini sürekli genişleterek bugüne gelmiştir. Bugünlerde bilinen faydaları klinik buluntulara, deneylere ve ispatlara dayanarak "şifa siciline" işlenmiştir. Doğal olarak atalarımızın aktardıklarından çok daha fazla alanlara hitap eder olmuştur.

Safran çoğunlukla gıda ve gıda katkısı olarak kullanılmasının yanısıra içeriğinde bulunan bileşikler ve kimyasallar nedeniyle Tıbbi açıdan faydalanan / fayda sağlayan bir ürün olarak kullanılır. Hastalıkların tedavisinde alternatif olarak kullanılmasının yanısıra gerek Sağlıklı kalabilmeyi sağlayan etkin madde olarak, gerek sağlıklı kalmayı sağlayan ürünlere katkı madddesi olarak kullanılır.

Hastalıkları önlemesi, rahatlatlatıcılığı özelliklerinden dolayı direk alınmasının yanında yemeklere ve içeceklere katılarak tüketilmiştir. Birde buna, ihtivasında bulunan kalsiyum, vitamin, proteinler gibi mineraller eklendiğinde Safran, optimum sağlık bakımından önem taşımaktadır.


Safranın doğrudan yada dolaylı olarak sağladığı katkıları sıralanırsa;

1- Potasyum açısından zengin olan Safran KAN BASINCINI sağlıklı seviyede / dengede tutmaya olanak sağlar. Dolaysıyla KALP SAĞLIĞINA katkı sağlar / katkıda bulunur. Kan basıncını düzenlemesi, kan hücrelerini beslemesi dolaysıyla iyi bir TANSİYON düzenleyicisi durumundadır. Dolaysıyla YÜKSEK TANSİYONU önler.

2- Bünyeye nüfüs etmiş olan TOKSİN ve zararlı kimyasal maddelerin tutunmalarını zorlaştırdığı gibi etkilerinide azaltır. Dolaysıyla Hücre sağlığını korur. Sayısını artırır.

3- Çok yönlü bir bitki olan Safran Kaplıcalarda, Detoks Kürlerinde DETOKSİFİKASYON (Tosin maddeleri vücuddan atma / temizleme) ve benzeri tedavilerin katkı yada aktif / etkin maddesi olarak kullanılır. Küvet suyuna yada yıkanma suyuna karıştırılarak duş alındığında DERİ SAĞLIĞINI koruduğu gibi, Deriyi temizleyerek yumuşamasını sağlar. (Büyük İskenderin Antideprasyon ve Detoksifikasyon özellikleri nedeniyle seferlerinde yanında götürdüğü ve Safran Kürü yaptığı bilinmekte)

4- Antioksidan (yağların oksidasyonunu yavaşlatan maddeler. Oksidasyonlanma ile oluşan molüküler yapılar olan "Radikaller" ile savaşan maddeler) Antioksidan, etkin maddeleri ile KANIN TEMİZLENMESİNE yardımcı olur. (Antioksidan madde: Vücuddaki kimyasal süreçte oluşan oksitlenme ile ortaya çıkan serbest radikallerin -ör: damar yağlanması- meydana gelmesini önleyen ve onlarla savaşan)

Radikal madde:Vücuttaki hücreler ve yemek-solunum yoluyla giriş yapan hücreler - bileşimler parçalandıktan sonra büyük değişikliklere uğrar. Bu değişikliklere yol açan molüküler yapılara serbest radikaller denir. Hidrojen peroksit gibi.., Besinlerin yüksek sıcaklıkta işlenmeleriyle oluşan lipit peroksit gibi. Bunlar vücudun yaşlanmasında, kemiklerin zayıflamasında, saç ağarmasında ve dökülmesinde, cildin yaşlanmasında - kırışmasında ve matlaşmasında, kalp krizi riskinin artmasında, farklı kronik dejaratif rahatsızlıklarda, eklem ağrılarında, ve değişik kanser türlerinin oluşmasında etkin rol oynayan maddelerdir. Kronik dejeneratif hastalık: oluşumunda tümör, travma, veya yangı / iltihaplanma -yabancı maddelere karşı vücudun tepkisi- gibi etkenler bulunmayan dejenere olmaya / dejenerasyona bağlı hastalıklar.

5- Kan hücrelerinin çoğalmasına katkıda bulunması yanı sıra içeriğinde bulunan DEMİR faktörü ile KAN hücrelerinin daha fazla OKSİJENLENMESİNİ, oksijenlen taşıyıcılığı ve depoluğu görevini üstlenerek sağlar.

6- Etkili antioksdian özelliğinden dolayı BAĞIRSAK hareketlerini artırarak HAZMI kolaştırır. Gaz söktürür. Kabızlık sorununun giderip sindirim sistemine ahenk getirir. Tarih boyunca yemeklere katkı olmasının sebeplerinden biride Mide ekşimesini önlemesidir.

7- Tarihin boyunca çok pahalı olmasının yegane sebebi, içeriğinde başka bitkilerde olmayan yada az miktarda bulunan bileşiklerin, maddelerin ve minerallerin; "kıvamında" bir oransallıkla oluşmuş kompleks yapılanmaları teşkil ediyor olmasıdır. Bu yaklaşımdan hareketle, "içeceklerde, yiyeceklerde ve müstakil ilaç olarak kullanılmasının birinci sebebi vücuda kuvvet kazandırmasıdır" denilebilir..

8- Sindirim sisteminin ahenge kavuşmasını sağlamakla, KİLO VERMEYİ daha mümkün kılar. Kilo vermeyi kolaylaştıran bir rol oynar.

9- İhtiva ettiği bileşenler ile DEPRASYONA neden olan ASİT dengesinin bozulmasına engel olur. Dolaysıyla dingin bir yapıyı temellendirerek RUH SAĞLIĞINI sağlar. RUH SAĞLIĞI konusunda yaygın olarak kullanılmasının en önemli nedeni ANTİDEPRESAN özelliğini içeriğinde taşımasıdır.

Ruh ve beden dinginliği sağlaması kişide pozitiflik hissettirme özellliklerinden ötürü, tarih boyunca sağlık-şifa işleriyle uğraşan hekimlerce SIVI GÜNEŞ olarak tanımlanmasına sebep olmuş. (Güneş giren eve hekim girmez)

10- Antifungal (Anti Mantar. Mantar tedavisinde kullanılan ve Farmokolojik Ajanlar olarak nitelendirilen etkin madde) içeriği ciltte istenmeyen görüntüler oluşturan AKNE, LEKE ve SİYAH NOKTALARIN tedavisini mümkün kılar.

11- Safranın içeriği CİLT sağlığı açısından önemli maddeler, bileşikler içerir. Hücrelere nüfuz ederek besleme özelliğinden dolayı deri dokusuna ait hücreleri dolgun ve canlı tutar. Dolgun hücrelerde, bedenin pürüzsüz ve yumuşak cilt dokusuna kavuşmasını sağlar.

12- Safran meyan kökü ve süt ile karıştırılarak saçlara uygulandığında saçların döküldüğü bölgelerde etkinlik göstererek yeni saç çıkmasına mevcut saçların gürleşmesine dolaysıyla saçların dökülerek kelliğin oluşmasını engeller.

13- Düzenli alındığında kan basıncını düzenlemesi ve antidepresif özellikleri taşıması dolaysıyla Afrodizyak etkisi gösterir.

14- Enzimlere direk müdahelesi olması ve hücreleri yenilemesi dolaysıyla Karaciğer spazmlarını önlemesinin yanısıra ve işlevlerinin dengelenmesine katkısı vardır

15- Nefes açıcı ve balgam söktürücü özelliği yanı sıra bronşları esnekleştirdiğinden nefes alma sorunu yaşanan ASTIM gibi hastalıklarda ve Kronik Bronşitte de fayda sağlar. Boğmaca hastalığına karşı etkin bileşimler içerir.

16- İş kollarına, yaşam formlarına bağlı yıprama ve yaşlılıkla paralellik gösteren GÖZ KASLARINDAKİ deformasyonu, dejenerasyonu azaltır. Görmeyi keskinleştirir. Sessizce ilerleyerek ortaya çıkan, geri dönüşü olmayan ve önü alınmazsa mutlaka körlükle sonuçlanan SARI NOKTA göz hastalığının ilerleyişini durdurur ve tedavisinde fayda sağlar.

17- Hücreleri yenilemesi, Kan hücrelerini oksijenlendirmesi bileşiminde bulunan etkin maddelerden dolayı ALZHEMİER hastalığına pozitif yönde katkısı vardır.

18- Toz haline getirilip bal ve gliserinle karıştırılan Safran, bebeklerin dişlerinin çıkmasını kolaylaştırır.

19- Lenf sıvısının (Lenfatik sistem; Hücrelerin içinde bulunduğu sıvı ve hücreler arası artık maddeleri toplayıp toplar damara zerk eden damar yapılanması. Lenf taşıma sistemi ikinci dolaşım sistemi olarak tanımlanır) kontrolsüz kana karışma düzeyini dengelemesinden dolayı vücutta; Stres, sertlik, kasılma, fiziki yorgunluk, korku, şok, hareketsizlikle ortaya çıkabildiği gibi Lenf damar sisteminin aktarımları sırasında "Lenf Düğüm" Noktalarının tıkanması ile oluşan BEZECİKLERİN (Düğüm noktalarının şişmesi) oluşmasını engeller.

20- Lenf sıvısının yada dolaşım sisteminin tempoya kavuşması nedeniyle Rahim hareketlerinde olan hızlanma, Lenfatik (Lenf sıvısını düzenleyen sistem. Aşırı bozulması Lenfödem/Fil hastalığı gibi varyasyonlara gider) bozukluğuna sahip kadınların sancılı aybaşlarını kolaylaştırır.

UYARI : Hamilelerin, Böbrek hastalarının kesinlikle kullanmaması gerekir. Kullanma dozu sürekli kullanımlarda günlük 1-2 gr (150 - 300 Safran) geçmemeli. Etapsal kullanımlarda da bu doz katlanmamalı, yararlarından faydalanma şifa dozu bu değerin %10'unu aşmamalı.

21- Kanser hastalığının önü alınamaz yayılışına engel olabilmek için direk ilaçların yanısıra kanser ajanlığı yapan "anti kanser" özellikli bitkisel özlere dayalı ürünler üzerinde çalışmalar / araştırmalar yoğunlaştırılmış.

Çaresizliğe çözüm arayışlarını kapsayan bu bilimsel araştırmalar, SAFRAN ÖZÜ ve etkin-aktif bileşenlerinin anti kanser ilacı Cisplatin'in ve diğer ilaçların yan etkilerini azalttığını ortaya koymuş. Adından bu bulgu ışığında farklı uygulama metodları klinik safhalarda kullanılmaya başlanmış.

Uygulamalar sırasında görülmüş ki, ana ilacın tek başına yapamadığı pozitif yönlü varyasyonlar, safranın katkısıyla açığa çıkıyor. Ana ilacın yan etkilerini azaltmasının yanı sıra tümörleri küçülttüğü ve bunun pratiğe yansıması olan tümörlerin yayılma eyleminin azaldığı gözlenmiş. Sonuç olarak, safranın kanser hücreleriyle savaştığı bilimsel kabul görmüş. Makalelere konu olup alternatif tıp kategorisinde destek ilacı olarak tavsiye edilmiş.

Safran bitkisinde bulunan Crocin (Krosin / Safran baharatına Kırmızı rengini veren madde), Safranal ve Picrocrocin adlı maddeler ANTİ KANSER etkisiyle kanserli hücrelerin büyümesini engel olduğu gibi Tümörlerin küçülmesine neden oluyormuş.
Safrana rengini veren Krosin (Crocin, boya maddesi) maddesi FLAVONOİD (Ajan maddeler) içerdiğinden mikro seviyedeki kanser oluşumları (belki daha ilk hücre iken) "ajan maddece" tespit edilmesi, kanserli tümör hücresine nüfus etmeyle bitiyormuş.
Safran içindeki bu "ajan maddeler" Safranal ve Picrocrocin adlı bileşimler, nüfüs ettikleri kanserli tümör hücrelerini, kendilerini önemli kıldıran ANTİ KANSER özelliklerine yaraşır bir biçimde; büyümelerini engelleyip eritmeyi başlıyormuş.

Dünya'da üretilen safran miktarının yeterli olmaması araştırma yapma çalışmalarını sınırladığı gibi, ham halinin bile pahalılığı kullanım sahasını daraltmakta. Net sonuca ulaşacak etkin madde (molekül) geliştirememeleride ilaç ve aşı çalışmalarında safranı labarutuvar bazında tutmaktadır.

Ancak ilaç yapımında karşılaşılan zorluklar ve başarısızlıklara karşın, Almanya'da yaşayan Türk bilim insanları Safran içeriğinin kullanıldığı aşı üzerinde çalışıyorlar.
Safran'ın da kullanıldığı kansere yönelik "Turuva Atı" olarak nitelendirdikleri aşı çalışmalarında, Uğur Şahin ve eşi Özlem Türeci oldukca başarılı sonuçlar elde etmiş.
Kanserle mücadelede büyük mesafeler kaydeden karı-koca bilim insanlarıı kanserin aşı ile yenilebileceği inancındadırlar. 2016 yılında basına verdikleri söylemlerinde kanserin "aşı sayesinde kanser evrensel anlamda tedavi edilebilecek" demişlerdir (03-06-2016 Haber Türk)

Almanya'da yaşayan bilim insanlarının aşılarında; safran bitkisinin flavonidler (ajan madde ve yayılıcı özelliği) özelliğinide kullandığı bilinmekte. Çalışmalarından ötürü Alman bilim ödülleri alan, Nobele aday gösterilen Uğur Şahin; Safran bitkisinin ağırlığının 100.000 katı (1 gr safran 100 kilo suya homojen olarak yayılıp altın rengini vererek boyar) hacme yayılma özelliğinin verdiği nano yapısını aşı tabanında kullanmış.

Safran bitkisini ajan madde yapan Krosin maddesinin yararlılığının yanısıra, temel özelliği olan her yere sızabilme, nüfus edebilme yapısıyla aşı çalışmalarında kullanılmış olmalı. Safran kullanımında ürüne, mamüle rengini veren krosin bileşenindeki flavonoidler gizli kanser hücrelerini daha başlangıç evresinde engellemekte ve var olan tümör hücrelerini küçültmektedir.
Zaten kanserle mücadelede, daha başlangıç aşamasındaki kanser hücreleri ile savaşma özelliğine sahip safran bitkisinin içerdiği ajan maddeler (Flavonoidler) elbette aşı çalışmalarında daha faydalı sonuçlar doğuracaktır.

Safran; Vitaminlerin yanısıra önemli miktarlarda Mağnezyum, Demir, Bakır, Kalsiyum, Potasyum, Selenyum, Çinko gibi sağlık açısından hayati önem taşıyan mineralleri bileşiminde barındırır.

"IU" (Internasyonal Unite / Dünya ölçü birimi. NŞA bir mikromol subsratın (işlenen madde) ürüne dönüşmesini katalize eden enzim miktarı)

Safran bileşiminde şekerler, organik asitler, krosin (boya maddesi) ve uçucu (ortam sıcaklığında buharlaşan) yağlarda barındırmaktadır. Safranın bileşiminin içerdiği uçucu yağlardan bazıları; sineol, pinen, borneol, geranoil olarak sıralanabilir.

SAFRAN BÜNYESİNDEKİ UÇUCU YAĞLARIN (Ortam sıcaklığında buharlaşan... Kremleri oluşturan temel yapı) ETKİN MADDELERİ DOLAYSIYLA TAVSİYE EDİLEN UYGULAMALAR.....


Yüz dokusunu geliştirmek, deriyi sıkılaştırmak ve pürüzsüz hale getirmek için;

4-5 adet Safran (0,035 gr - 35 mg) iyice (5-10 dakika) kaynamış bir bardak suya beraberinde 4 (silme 4 kaşık 50-60 gr) çorba kaşığı süt tozu ile birlikte karıştırılır. Karışım ılık hale geldiğinde 10-15 dakika boyunca cilde uygulanır.


Cildin temizlenmesi ve genç kalması / tazelenmesi için safranlı karışım hazırlığı ve uygulaması;

2-3 adet Safran (0,020 gr - 20 mg) bir bardak süt içinde beraberinde 1 çay kaşığı (2-3 gr) Sandal ağacı tozu ile katılır ve iyice karıştırılır. Duş sonrası bu karışım cilde masaj yaparak uygulanır. 20 dakika sonra durulanılarak uygulamaya son verilir. Uygulamanın 2-3 haftada bir tekrarlanması yeterli.


Kuru ve mat ciltlerin tedavisinde safranlı karışım hazırlama ve uygulaması;

20-25 adet Safran (0,20 gr - 200 mg) tekabül eden toz safran (yada mikserlenmiş), bir tatlı kaşığı (5-6 gr) Limon suyu ve bir çorba kaşığı süt (10-12 gr) içinde iyice eritilir. 20 dakika süresince cilde tatbik edildikten sonra cilt durulanır. Bir seçenek olarak aynı miktarlar, maske malzemesine katılarak merhem kıvamına getirilip uygulanabilir. Burada: Limon cildi temizlerken, Safran bünyesindeki yağların etkisiyle cilt kuruluğunu giderir. Cilde parlaklık, yumuşaklık ve doku sıklığı kazandırır.


Tüm cilde pratik bakım uygulamak için;

20-25 adet Safran (0,18 gr - 180 mg) sıcak küvet suyunda 10-15 dakika reaksiyona bırakılır. Yada kapta sıcak suda reaksiyona bırakılmış olan Safran küvete dökülür. Su ılık seviyeye sıcaklığına (25-30°) ulaştığında bu detoksal karışım içinde 20-30 dakika beklenilir.


Akne / Kara Leke ve siyah nokta cilt bozuklukları ile sivilceler için;

1-) 10 -12 adet Safran (0,1 gr - 100 mg) 4-5 adet fesleğen (3-4 gr) yaprağı ile öğütülür / mikserlenir. Meydana gelen karışım yüze yada tedavi edilecek yere sürülür. 10-15 dakika sonra yüzey temizlenir.

2-) 4 -5 adet Safran (0,030 gr - 30 mg) ılık süt içinde beklemeye bırakılır. Safran sarı rengini saldıktan sonra karışım günde iki defa olmak üzere yüze yada istenen bölgeye sürülür Bu uygulama akne / kara lekelerin, sivilcelerin ve siyah nokta gibi unsurların ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır.

SAFRAN ÇAYI ve FAYDALARI

Safranbolu'nun endemik (yöresel) bitkisi olan "Safranbolu Safranı"; doğal olarak kalitesi yüksek, aroması doygun ve özgün orjin olma ünvanlarınıda beraberinde taşımaktadır. "Safran standartlarını" belirleyici konumundaki bölgesel Safrandan yapılmış olan çayın faydalarıda elbette, orjin gen yapısının taşıdığı muhteviyatların çaya yansıması ölçeğindedir.

Safrandan yapılan çayın faydaları etkin (direk mücadele ve müdahele eden) ve destek kategorilerinde (katkıda bulunan, takviye eden) şöyle sıralanabilir.

Stresle oluşmuş olan gerginliği alır. Rahatlatır. Kas yorgunluklarının, Lenf düğümlenmelerinin önüne geçer ve iyi gelir. Safran çayı stres ve endişenin giderilmesine yardımcı olmaktadır. Strese bağlı YÜKSEK TANSİYONA karşı en iyi ilaçtır.

Endişeli, korkulu, şok durumlarında; endişelerin, korkuların sinir sisteminde yaptığı negatifliği azaltır. Antidepresif özellik göstererek pozitiflik yönünde katkı sağlar.

Depresif davranışların önüne geçer, şiddetini düşürür. Tarihsel geçmişinde "Sıvı Güneş" olarak anılmasının / nitelendirilmesinin başlıca nedeni bu özelliği insanlara çok iyi yansıtmasındandır. Güneş gibi insanlara pozitiflik yüklemesindendir. Kapalı havada açan Güneş gibi. Güneş giren eve doktor girmez inancının safran baharatına tezahürü denilebilir. Bu etkin özelliklerinden dolayı Safran baharatı, Tarih boyunca (şimdiki buluntulara göre kullanılmaya başlandığı tarih M.Ö. 3000'li yıllar) ZİHNİ açmak ve boşaltmak, Bedeni rahatlatmak, Sinir sistemini sakinleştirmek, Ruhsal dinginliği artırmak için kullanıla gelmiştir.

Nefes almayı kolaylaştırır. Bronşları gevşeterek nefes alımını rahatlatır. Nefes darlığına engel olur. Koah ve Astım rahatsızlıkları olanlara faydalıdır.

Safran çayının özgün renginin oluşturucusu krosin (Crosin) ve kimyasal bileşenleri çaya yoğun miktarda antioksidan maddeler salgılayarak kansere karşı etkili olmakta, daha başlangıç aşamasında / gizli tümörlerle mücadele etmektedir. Yayılma hızı çok yüksek, yayılma alanı çok geniş, partakelüler yapısı nano seviyesinde olduğundan vücudun her zerresine hızlı bir biçimde nüfus eder. (Yoksa nasıl olurda ağırlığının yüzbin katı olan sıvıya yeter miktarda etkin maddeye dönüşebilir? Bir gram safran; Yüz kilo / 100.000 gram sıvıyı, etkin maddesi ile boyar)

Not: Bu tür özelliklerinden dolayı Hamile hanımların kullanmaması gereken bir baharattır. Safran çayı düşüğe ve muayyen günlerinde kanamalara neden olabilir.

SAFRAN ÇAYI TARİFLERİ:

Etki artırıcı Not: Sağlık için tüketildiğinden şeker eklenmemelidir. Tatlandırmak için bal katılabilir. Hem tadlandırır hemde ek fayda sağlar.

SADE SAFRAN ÇAYI (1 kupa -Mug, Cup- / Fincan): 7-8 adet (0,06 gr - 60 mg) safran. Safranlar 1 fincan içine koyulur. Kaynamış su üzerine dökülür. 5-6 dakika demlenmesi beklenir / Suyun rengi Ambere (Turuncuya yakın sarı / açık bal rengi düzeyinde) dönüştüğünde artık SAFRAN ÇAYI içilmeye hazırdır. Değişik aroma elde edilmek istenirse çubuk tarçın, zencefil dilimleri veya havanda ezilmiş kakule (zencefilgillerden Hindistanda yetişen değerli baharat. Çaya toz haliyle değil ezilerek katılmalı. Toz karışık olabileceği gibi çayı bulandırır) gibi aroma verecek katkı maddeleri ilave edilebilir.

ZENCEFİLLİ SAFRAN ÇAYI (4 kupa -Mug, Cup- / Fincan); 18-20 adet (0,15 gr - 150 mg) safran ve 2-3 gr zencefil. Zencefiller doğranarak bir kaba koyulur ve kaynatılır. Safran içine atılarak kısık ateşte 15 dakika demlendirildikten sonra ateş tekrar yükseltilir ve çayın iyi aromalanması için 5 dakika daha kaynatılır. Zencefilli SAFRAN ÇAYI içilmeye hazırdır.

TARÇINLI SAFRAN ÇAYI (4 kupa -Mug, Cup- / Fincan); 18-20 adet (0,15 gr - 150 mg) safran ve 4-5 gr kabuk tarçın. Tarçınlar 1 lt suda kaynatılır. Safran içine atılarak kısık ateşte 5-10 dakika demlendirildikten sonra servis yapılır. Yada kaynamış su dolu fincana 7-8 adet (0,06 gr - 60 mg) safran ve tarçın atılarak 5-6 dakika demlendirilir. Artık Tarçınlı-Safran içilmeye hazırdır.

Sade safran yada zencefil ve tarçın katılarak yapılan safranlı çaya, tatlandırmak için bal eklenebilir. (Fayda umulan, sağlık için alınan içeceğe gilikoz kökenli şeker katılmamalı) Farklı aromalar elde etmek amacıyla, damak tadına uygun doğal katkılar eklenebilir. Uyumlu katkılarla kişiye özel tadlar, özgün arolamar elde edilebilir.

Mesir macunuda 70 çeşit baharat ile yapılıyor. Agrasif malzemeler hariç, zıt özellikli malzemeler hariç tadlandırmak için ana karışıma çeşitli ilaveler tamamlayıcı ve tadlandırıcı, etki artırıcı olarak yapılabilir. Önemli olan dozu; hem katkıyı kullanırken hemde hazırlanan çayı kullanırken ayarlayabilmek. Her ilaç dozu ayarlanmadığı sürece zehirdir. Yılan zehirinden de ilaç elde ediliyor, doğada en zehirli bitkilerden de ilaç elde ediliyor. Panzehir üretimlerinde de yine o maddeler kullanılıyor.

SAFRAN KELİMESİNİN MENŞEİ ve ANLAMI

Tarihsel bulgulara göre M.Ö. 2000 - 3000'li yıllarda Mezopotamya hekimleri tarafından kullanıldığı bilinebilen bir tibbi bitkidir. Mezopotanya / Asur öncesi hakkında rivayetler dışında bir bilgiye sahip olmadığımız SAFRAN bitkisi ve baharatının ismi ve isim kökü yine bilinebildiği kadarıyla şöyle;

Ana vatanı Güneybatı Asya (Türkiye, Ortadoğu ve Kafkasların bir bölümünün dahil edildiği bölge) olan safranın, kullanılan ismide elbette aynı bölgeden geliyor. (Afganistan'dan başlayıp, Arabistan yarım adasını içine alıp Akdeniz'e kadar uzanır)

Safran isminin kök kelimesi Semitik özellikler taşırmış. Geçtiği Arapçadan yayılan bir isimdir. Arapça'da "SARI" renk manasına gelen "ASFAR (???????)" kelimesinden türetilmiş.

Arapçada bu kelime "Safran Baharatı" anlamını taşıyan "ZAFERAN" (?????????? )" kelimesinin üretilmesine "isim kök'lüğü" yapmıştır / kelimenin "isim kök'ü" durumundadır.

Literatürlere göre bu kelime Sümer-Babil dillerinde "Azupiru" (Ab-zu / Absu Sümer-Babil yeraltı tanrısı bütün Tanrıların efendisi, Marduk tarafından öldürülen Tiamat'ın -Tatlı suların Tanrısı- kocası. Benzerlik?. Gılgamış destanı) şeklinde kullanılmış.

Sümer ve o coğrafyada devam niteliğindeki Asur ve Babil (Mezopotamya) uygarlıklarında "Azupiru" olarak kullanılan bu kelime Latince ile başlayan dillerde tabloda belirtilen şekli almıştır. Örneklemelerden de anlaşılacağı gibi; safranın yetiştiği yer ismiyle anılıp tanımlandığı "Hint Keşmir" (Güney Himalaya / Çin sınırı) bölgesi hariç, hepsi aynı kökten türemiş isimlerdir. Perslilerin işgali ile bu ülkede safran yetiştiriciliği başlamış.

Perslilerin en uygun bölge olarak gördükleri Keşmir'de yetiştirdikleri safranlar, halka yabancı gelmiş ve safranı, "Keşmir gelen / Keşmirde yetişen" anlamında (telaffuz zorluğundan yada tanımlama kolaylığından olsa gerek) "Kashmira" demişler

Hindistan Keşmir bölgesinde ise Safran ismi Santrikce / Sanskrit dilinde, bitki ismi yerine yöreselleştirilmiş tanımlamalar kullanılmış. (Tıpkı Turfanda isminin, sebzenin ismini değil yetiştiği bölge ismini kast etmesi gibi) Kaşmir ürünü manasına gelen "Kashmirajanman" ile Kaşmirden gelen manasındaki "Kashmira" kullanılmış.

İnsanların farklı tedavi yöntemleri arayışlarına iyi cevap verdiği düşünülen Safran, bilinebildiği kadarıyla Dünya'nın çok yönlü kullanılan en eski baharatlarından biri.

Örneklemek gerekirse; zamanının otoritesi, doktor yemininin "anteti" Hipokrat (M.Ö. 5-4 yy), eserlerinde ve derslerinde safranın tıbbı özelliklerini ön plana çıkartmış ve bu bitkinin göz, kulak, diş ağrılarına, ülsere karşı etkili olduğundan bahsetmiş. Safranın bu özelliklerini Erasitratus (M.Ö. 4-3. yy), Diokles (M.Ö. 3. yy) ve Dioskorides (M.S. 1. yy) gibi otoritelerde eserlerinde tedavi biçimleri ve ilaç tarifleri formlarında işlemişler.

Çok önem verildiği dini ritüellerede girerek kutsallık kazandırılmış olmasından anlaşılıyor. Osmanlı zamanında da "Mübarek bitki" (Eylül-Ekim ayında ilk çiçeğini Cuma sabahında açtığı için halk tarafından "mübarek çiçek" olarak ünvanlandırılmış) ünvanını almış. Yerel inanışlardaki tanımlamasının "Cennet otu" olması, onun halk arasında yüklenen kutsiyeti işaret etmektedir.

Sümerler safranı sihirli iksir yapmak üzere kullanmış. Mezopotamya bölgesinde, Kaşmi Hint bölgesinde kullanıldığı gibi, Mısırlıların kutsal yağı Kyphi'nin terkibinde de (Safran, bal, şarap, pirinç, Mersin-çiçeği) Safranın kullanıldığı bilinmekte.

Safranın eski Yunancadaki adı (M.Ö. ~1425-1200) sarı-turuncu anlamına gelen "knokos" imiş. Zamanla Yunanistan dışında hiçbir dilde kullanılmayan "krokos (??????)" kelimesine (İbranice kökenli) dönüşmüş.

Safran, Eski Ahit'te (Yahudilerin kutsal kitabı Neşideler / Ezgiler'de; -M.Ö. 10 yy olmalı. O tarihlerde Peygamber olup, Babasının yerinde tahta geçiyor- Süleyman’ın Ezgisin'de..... 'Neşideler / Ezgiler…..4:14 Hintsümbülü ve safranla,') İbranice "karkom" olarak geçmekte. Günümüz Yahudileri eski İbranice "karkom" yerine modern İbranicede, Arapça "zafran" ismi kullanmaktalar.

SAFRANIN TARİHSEL GEÇMİŞİ, KÖKENLERİ

Safran bilinen en eski kültür bitkilerinden birisidir. Bu tarih Mezopotamya medeniyetlerinde M.Ö. 3000-4000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Yabanisi / öncüsü kesin olarak bilinmeyen safran, kökeni hakkında ihtilaflar bulunan safran (Crocus Cartwrightianus familyasından kabul edilir) Dünyanın en eski kültür (doğal ortamında değil, insanların yetiştirdiği, tarımını yaptığı bitkiler) bitkilerinden biridir.

Tarihsel bulgulara göre M.Ö. 2000 - 3000'li yıllarda Mezopotamya hekimleri tarafından (elbette; ilk haliyle Crocus Cartwrightianus olarak. Henüz kısırlaşmamış kendi kendine üreyebiliyor iken) kullanıldığı bilinebilen ilk tibbi bitkilerdendir. Yabani safranın "tepecikleri (stigma - dişilik organı)" toplanarak ilaç, baharat ve boyar madde olarak kullanılmış, Mezopotanya / Asur öncesi hakkında rivayetler dışında bir bilgiye sahip olamadığımız SAFRAN bitkisi.

Safran aynı zamanda müthiş bir boyadır. 1 gr safran kendi ağırlığının 100.000 katı büyüklüğe sahip sıvıyı boyar -krosin- maddesi ile kendi rengine dönüştürebiliyor. Kumaşları boyamaya hazır boyar maddesini / boyayı kullanıma sunabiliyor.. 1 kilo safran tam 100 ton sıvıyı kendi rengine büründürebiliyor.

Yabanisinin / öncüsünün (kültür bitkisi olarak yetiştirilmeden önceki hali / atası) Crocus Cartwrightianus bitkisi olduğu kabul edilen safran, Dünyanın en eski kültür bitkilerinden biri olarak ortaya çıkar. Mezopotamya kökenli olan bu bitkinin M.Ö. 2000-3000'li (hatta M.Ö. 3000'in üstüne çıkan kaynaklarda var) yıllardan itibaren yetiştirildiği ve kullanıldığı bilinmektedir.

Yabani halden bu günkü safran formuna; yetiştiricilerin her peryotta; çiçeklerindeki en uzun "tepeciğe (stigma)" sahip olan bitkilere ait soğanları kullanması nedeniyle kavuştuğu kabul gören bir görüş. Yaban halinden, (Ata / kök "Crocus Cartwrightianus" halinden bu günkü "Crocus Sativus" haline) bu tür uygulamalarla, "bugünkü safran" bitkisine dönüşmüş olabileceği kabul edilsede, kısır bitkiye dönüşmüş olması (kök bitkiler / ata bitkiler kısır olsaydı yada insan eline-yardımına muhtaç bir yapıda olsaydı bugün hiçbir bitki olmazdı) farklı tezlerle izah edilmektedir.

Bu selektif (doğal + Cebri) çalışmalar yada etkiler sonucunda Crocus Cartwrightianus'un kısır (Tohum üretemez. Dolaysıyla soğanının insan eliyle dikilmesi gerekmekte) "mutant formu" (DNA yapısı sarmalı değişime uğramış. Değişim X,Y,Z ve GAMA ışınlarına maruz kalmakla da olabilirmiş) olarak, Safran (Crocus Sativus) bu günkü haline kavuşur

Doğal seçimlerle yada cebri seçimlerle yada doğal selleksiyonla bu günkü haline kavuşan safranın ilk betimlenmiş hali; (M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1000 yılları arası) Girit'te egemenlik sürmüş Minos uygarlığındaki saray frekslerinde görünür. (Frekslerin yapım tarihi M.Ö. 1200 yılları olarak tahmin edilmekte. Kökeni itibari ile tıbbi kullanım ihtiyaçları nedeniyle başka yerlerde yetiştirildiği muhakkak. Burada verilen örnek bugünkü safranın bulunabilen en eski belgeyi adreslemekten ibarettir. İyon devletlerinin Anadolu' da ki varlıkları ile Mısır'ın Safranlı parfüm yapmış olması, Girit'e ulaşan yolu belirgin hale getirmektedir. Girit'te ki freks; kutsal kabul edilen, belki Mısırlılar gibi MESH olmakta kullandıkları Safran bitkisinin Girit'te yetiştirildiğini göstermekte. Tütsü, buhur gibi MESH olma Yahudilikte de, Tanrı emri olarak almakta, özel yağları sürerek, serperek bu ritüeli yerine getirmektedirler.)

Minos uygarlığının sürdüğü Girit adasında MÖ 1500-1600 yılları arasında safranın tarımının yapıldığının işareti, saray duvarlarına işlenmiş olan frekslerdir. Yunan efsaneleri ile ilişkilendirilen safan, Lokman hekimin ölümsüzlük otunu (meyvesini / ağacını) araması gibi peşine düşülüp aranan kutsal bir bitki olmuştur. (Minos yanardağ patlaması ile büyük yıkıma uğramış ardından da Dor işgaline uğrayarak M.Ö. 1200 yılında yıkılmıştır)

Efsanelerde; ölümsüzlüğü arayan maceraperestlerin, ilahi kudretlerle bezenmiş safran olduğuna inandıkları "ilk safranı / kök safranı" bulmak için yollara düştükleri aktarılır. Efsanelerin birinde, ölümsüzlük safranının peşine düşen Crocus ve Smilax adlı iki kişiden (Safranın Latince adınında "Crocus Sativus" olması efsanenin türetilme şeklini ortaya koymuyor mu? Başka nasıl kutsal olabilirdi?) bahsedilir ve bu maceracılardan büyülenen Crocus'un ilk safran bitkisini oluşturması anlatılır.

M.Ö. 1500-1600'lü yıllarda şu anki yapısıyla (freks-resim olarak) kayda alınmış olan "bugünkü kültür bitkisi kısır Safranın", en azından 3500-4000 yıl öncesine dayanan bir geçmişi olduğunu "belgeli olarak" biliyoruz. 3500-4000 yıldır kısır bitki / bugünkü haliyle yetiştiğinin biliniyor olması; onun uzun yıllar boyunca kültür bitkisi (insanlar tarafından yetiştirilen) olarak insanlar tarafından ıslah edilerek / keşfedilerek, tarımı yapılan bitkiler grubuna dahil edildiğini ortaya koyar.

Kısır bir bitki olduğundan insan müdahalesi olmadan üreyemeyen safran dolaysıyla; doğal yaşamda soğanı yaşadığı sürece hayatiyetini sürdürebilir bir yapıya sahiptir.

Safran çiçeği (Crocus sativus) hermafroittir (erkek ve dişi aynı çanak + taç yaprak içinde) Hem erkek hem dişi organı aynı çiçekte olmasına rağmen üreyemez.. Anemi (Polenleri yada kanallardaki bozukluk) bir bitki haline geldiğinden tohum üretemez. Dolaysıyla tohumunu doğaya saçarak yada kuşlara taşıttırarak üreyemez.

Safran: Crocus Cartwrightianus bitkisinden türemiş yada türedikten sonra yeni DNA yapılanmasıyla değişim göstermiş / değişime uğramış yada bağımsız bir bitki olarak hep var olmuş kısır bir kültür bitkisi (İnsanlarca yetiştirilen bitki) olarak, insan yaşamındaki yerini almış.

Kısır olmasının nedeni; üremesi için gerekli tohumlama / tozlama görevi üstlenmiş olan polenlerinin zamanla değişime uğrayarak kısırlaşmasıdır. Polenlerinin anomali (normal yapısından sapma) olması nedeniyle safranın tohumu olmamaktadır. İnsan eliyle çoğalabilirler ve ancak öyle kendi türlerini farklı yerlere taşıyabilirler. Kökünün etrafında çoklanan soğanlarının dikimi ile çoğalabiliyor.

Girit safranı; bugün Dünya'da "ele gelir soy kullanırlılığı" kalmamış olmasına rağmen, frekse işlendiği yıl göz önüne alındığında resmedilmiş olan en eski safrandır. Dolaysıyla Girit safran resmide, safranın geçmişine yönelik en eski belge konumundadır.

Safranın geçmişini işaret eden en eski belge, Zafiran" isminin geçtiği San Aziz Stefan (şimdiki Kıranköy'deki Ulu Camii) kilisesindeki kitabe. Binanın 515 yılında yapıldığı duvarındaki bu 1. kitabede yazmakta. (2. kitabe aynı yazının küçük harflerle yazılmış hali. 3. kitabe ise tamir yılına ait olan 1872 tarihini taşıyan rulo şeklinde olandır)

Kilisenin yapıldığı tarih doğru ise; bu bile "safran'dan" geldiği kesin olan Safranbolu adının 1500 yıldan beri var olduğunu ortaya koyar.

İkinci en önemli belge ise Roma arşivlerindeki İmparator Heraklius'a verilen haritadır.

Hz. Muhammed'in (o mektubun Ürdün müzesinde olduğu iddia ediliyor) mektup yazdığı ve İslam davet ettiği bilinen üç kraldan biri olan Roma İmparatoru Heraklius'la (575 - 641) ilgili. Hz. Muhammed'in gönderdiği (628) elçiyi ve mektubunu saygıyla karşılayan (Perslilere karşı stratejik nedenlerden. Mektuptan 3 sene sonra -631- yılında Müslümanların kuvvetlendiğini gören Herakliyus büyük bir orduyla yola çıkar. Bu durumu haber alan Hz. Muhammed 30.000 kişilik bir ordunun başına geçerek Tebük'te karşılamak üzere yola çıkar. Daha sonra Heraklius kazanamayacağını düşünerek savaşmaktan vaz geçer) Herekliyus'a yazılan mektup (?) ve içeriği şöyle imiş:

Mektuplar o yılların en güçlüleri olan bir başka deyişle; o günün ölçeğinde bilinebilen Dünya'nın hakimi durumundaki üç İmparatora gönderilmiş. Amerika, Avustralya, Antartika kıtaları ile Asya'nın bir bölümü ve Afrika'nın güney kısmı henüz bilinmediğinden aslında Dünya'nın tümüne gönderilmiş olmuş.

1. mektup Pers Sasani İmparatoru II. Hüsrev'e (570-628. 590-628 yıllarında hükümdar) / Kisra / Pevrez'e (Kisra; Arapların Sasani hükümdarları için kullandıkları unvan. Hüsrev'in Süryanice dilinde aldığı Kesra / Kasra)şeklinden Arapçalaşmış. O bölgenin bir kısmınca Kisra bir kısmınca Hüsrev / Pevrez olarakta isimlendiriliyor.
Müslümanlığın daha henüz emekleme devresinde olduğu yıllarda, bir başka tarifleme ile Hz. Muhammed'in Peygamberliğinin 4. yılında (ilk vahiy 610 yılında gelir) II. Hüsrev'in Kudüs'ü de Hükümdarlığı altın alması, Müslümanlar üzerinde korkuya neden olur. Henüz daha 40 kişi bile olmamış durumdaki (Hz. Ömer 40. müslümandır.
Müslümanlığın 5. yılında"Taha" suresinin ayetlerini duyarak Hz. Muhammed'e tabi olur. Daha yeni yeni bir araya gelip Müşriklere karşı kuvvet kazanmaya çalışan Müslümanlar için; tam bir putperes olan II. Hüsrev, Müslümanlar için tam bir tehdittir. Mekke'yi ve bölgeyi işgal etme tehlikesini gündeme taşıması / büyütmesiyle müslümanlığa karşı tehditini artıran Kisra / II Hüsrev; Efrasiyap tepeleri bölgesinde Saltanatı için Muhteşem, ölüme karşı muhkem gördüğü '1000 odalı Kisra' sarayını yaptırır. İşte 1. mektup; Dünya'da kendisine tek rakip olarak son savaşta / Rum Suresi 1-5. Ayetlerinde bahsi geçen savaşta yendiği (614) Roma İmparatoru Heraklius'u gören, o sarayınn kibirli sahibine / Kralına göndermiştir.
Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul'u aldığında Roma saraylarının çökük halini gördükten sonra söylediği beytte hatırlattığı sarayların sahibidir II.Hüsrev. Mektubun gönderildiği yıl içinde de oğlu tarafından vahşi bir biçimde öldürülür. Herşeyden koruyacağına inandığı o muhkem saray, içinden katilinide çıkarmıştır. Farslı şairin beytinde "perdedar-i minkuned der kasr-ı kayser ankebut bum nevbet mizedend der târem-i efrâsiyâp / İmparator sarayında örümcekler tefrişatcılık yapıyor, imparatorun yerinde hükümdarlık davulunu baykuşlar çalıyor -İmparatorun mezarında baykuşlar nöbet tutuyor-." diye acınası halini resmettiği çökük saltanatın imparatorudur II. Hüsrev. -Daha sonradan ilave edilen yakıştırmalar ile şiirde bahsedilen o kralın Türk Alp-er Tunga olduğu bazı eserlerde işlensede gerçekte, beyte konu olan kişi Hz. Muhammed'in mektup yazıp İslama davet ettiği Pers Kralıdır)
2. mektup Roma- Bizans İmparatoru Heraklius'a (Herakleios) 3. mektup Roma, Mısır / İskenderiye / Kıpti eyaleti Valisi Mukavkıs'a gönderilmiş. (Mukavkıs'a mektup gönderimedi iddiaları kuvvetlidir. Mantıklıdır da!. İmparatora ve valisine neden ayrı ayrı mektup yazılsın?)

Safranın çok eskilere dayandığını delillendiren bir başka belgede Hattuşaş'ı bulan Fransız arkeolog Charles Texier'den (1802- 1871). "Küçük Asya" adını verdiği kitabında Bizans İmparatoru Hereklios'a (575 - 641) sunulan Paflogonya bölgesine ait haritada Safranbolu "ZAĞFİRANBOLİ" adı ile işlendiğini yazmış. (Roma'nın 395 yılında ikiye ayrılması ile İran Sasani egemenliğine giren Anadolu 622 yılında geri alındıktan sonra 17 "teme" (eyalete) bölünür. Bu idari bölge"teme'lerden biride Pafloganyadır)

Safranbolu’dan bahseden en eski yazılı kaynaklardan biride; İbni Batuta'nın (1304 - 1377) seyahatnamesi. 1330 yıllarında Safranbolu'ya gelen seyyah Safranbolu'dan bahsetmiş.

İbni Batuta'dan 100 yıl sonra Yazıcızade Ali tarafından kaleme alınan ve II. Murad'a (1404-1451) 1436 yılında sunulan, "Yazıcızade Selçuknamesi / Tarih-i al-i Selçuk / Tevârih-i al-i Selçuk" adlı kitapta; Çandaroğlu Süleyman Paşa’nın, Çobanoğulları’ndan Kastamonu’yu ve o zamanlar "ZALİFRE" denilen, "Borlu" (Safran'a ek olarak verilip SafranBolu'nun oluşumuna kaynaklık eden isim) kalesini aldığı bildirilmektedir. Zarifre Borlu / Zarifre Kalesi / Safran Borlu (Tarihi Hükümet konağının bulunduğu Kale- Sandal Burnu mevkii olabileceği gibi Sarıçiçek yaylasındaki Borlu / Kalede olabilir)

Safranbolu Safranın; kalitesinden, şehrine yaptığı isim babalığından, ("Bolu", kale, kaleli anlamına gelen "Borlu" türevi. SafranBorlu - Safranbolu) ününden ve kültürlere girmiş isminden ve Evliya Çelebi'nin (1611 - 1682. asıl ismi Derviş Mehmet Zilli) Seyahatnamesinde ki bahsinden başka, bize ait çok afişe olmuş bir belge yok. Efsanevi söylemlerin dışında.

Bu birkaç belge bile; "safran" bitkisinin çok öncelere dayanan bir geçmişi olduğunu ortaya koyar. Bir yerin en az, 1500 yıldan bu yana "safran" adıyla özdeşen bir yerleşim yeri olmasının o yerin çok öncelerden itibaren safran bitkisinin yetiştiriliciğini yaptığı ortaya koyar. Çok öncelere dayanmalıki; o yerin ismi safran olarak değişsin yada anılır olsun.

Safran kısmının kökenin "safran" bitkisi olduğuna bir ihtilaf olmayan Safranbolu ismi; "bolu" ekinin kökeni hakkında birkaç görüşü barındırmakta. Yazıcızade Ali’nin "Yazıcızade Selçuknamesinde" Çandaroğullarına atfederek bildirdiği "Zafiran ile Borlu kalesi" dışında, 13 yüzyıldan beri resmi kayıtlarda yer alan, Taraklıborlu, Zagferanborlu gibi isimlerinden hareketle Borlu kelimesi için çeşitli görüşler öne sürülmektedir.

Bu tür görüşlerden delillendirebilenlerin başında gelen, Kaşgarlı Mahmud (1005 - 1102) tarafından yazılan “Divan-ı Lugat-ı Türk”te, “Bor” sözcüğünün üzüm ve şarap anlamına geldiği belirtilmiş. Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’ne görede "bor" kelimesi bağ ve bahçe anlamına geliyormuş. Buradan hareketle "safran" ve üzüm yada bahçe vurgusundan ismin türemiş olabileceği ve Safranbolu’ya; üzümlü, bağlı, bahçeli kent anlamında “Borlu” denilmiş olabileceğidir.

Malazgirt'ten (1071) önce Karadeniz bölgesine Kıpçak Türklerinin geldiği bilinmekte. Bizans ordusunda askerlik yaptıkları, Malazgirt'te önce Türklere karşı savaştıkları daha sonra Alpaslanla birleştikleri bilinen gerçek. Anadolu'ya göç eden ve bu bölgeye yerleşen Kıpçak Türkü Taraklı Aşiretinin kurduğu yerin adı Taraklı-Borlu. Candarlı-Osmanlı arasında gerçekleşen savaşlarından biri de Taraklı Borlu’da olmuştur. Osmanlı belgelerine göre Safranbolu’da boyu ile anılan Taraklı Borlu ve yine boyu ile anılan Yörükan-ı Taraklı Borlu’dur. Sonuçta; Taraklılar ve Yörükler bugünkü Safranbolu'da bir araya gelmişler.

Anadolu'da safranın Hititler zamanından beri var olduğu kayıtlardan biliniyor (Romalılar tarafından gelse idi; Girit yöresinde taktıkları knokos / krokos ismiyle anılır olurdu) M.Ö. 3000 yıllarından itibaren Anadolu'ya girerek Hattilerle birleşen ve M.Ö.1650 -1200 arasında devletlerini ardından İmparatorluklarını kurarak Anadolu'ya hakim olan, yazmayı çok seven (Kadeş antlaşması M.Ö. 1280 II. Mutavalli ile II. Ramses) sanat dahil her konuda ileri giden Hititlerin kayıtlarında, safranın; baharat, boyar madde (özellikle çanak ve süs eşyaları) ve tedavi aracı olarak kullanıldığı yer almakta.

Safranbolu'nun endimik (Yöresel, özgün) bitkisi haline gelerek kendine has aromaya ve bileşimlere ev sahipliği yapan, Dünya'nın en kaliteli safranın geçmişi hakkında çok eskiye dayanan belgeler elde yok yada şu anda bulunamamış halde.

Geçmişinin Hititler öncesine dayandığı bilinebilen safran: Kültür bitkisi haline geldikten sonra bugün Dünya'da safran yetiştirme konusunda söz sahibi olan Avrupa ülkelerine soğanlar buradan gitmiştir. (İspanya'ya 8. yüzyılda Müslümanlar tarafından sokulan safran daha sonra keşişler vasıtası ile başta İtalya, Fransa olamak üzere Avrupa'ya yayılmıştır)

Kuzey - Güney Amerika'da dahil Dünya'nın büyük bir bölümüne orjin olarak Safranbolu'dan yayılmıştır. Birçok bölgede üretilen safranlara "soğanını" vermiş olması, elbette "Safranbolu safranını" seçkin bir yere oturtur.

Safranbolu safranının ana bitki olarak kabul edilmiş olması Girit Safranı ile arasında büyük farklar olduğunu ortaya koyduğu gibi en eski "bilinme belgesine" sahip Girit safranının kökünün başka yer olduğunu ispatlar.

Safranın anavatanı olarak görülen Güney-Batı Asya bölgesinin dahilinde olan Keşmir ve İran Safranı önem görürken Girit safranın önemsiz konuma oturmuş olması, Safranbolu safranının kendine özgün bir yapılanma ile endemik bir bitki haline geldiğini ortaya koyar.

Eğer öncü bitki olarak Crocus Cartwrightianus bitkisinin değişim göstermiş / değişime uğramış (mutasyona uğramış, DNA değişimi, mutand) halide olsa, yetiştiricileri tarafından hep en uzun tepecik veren soğanları anaç olarak kullanmışta olsa yada DNA yapılanması üzerinde değişimlere neden olan X,Y,Z ve GAMA ışınlarının etkisiyle kısır bir mutanta dönüşerek, Safranbolu'nun endemik bitkisi gelmiş olsa bile Dünya'nın en seçkin ve en ayrıcalıklı safranı konumundadır.

Gen yapısının Safranbolu'yu işaret etmesi gibi, safran üreticisi ve tüketicisi ülkelerdeki safran isminin kullanış şekilleri safranın Safranbolu kökenli ortaya koyan en kuvvetli delillerden biridir.

SAFRAN KELİMESİNİN BAŞLICA DİLLERDEKİ KARŞILIKLARI

İngilizce….…...…....."SAFFRON"

İtalyanca……...…....."ZAFFERANO",

İspanyoca……......... "AZAFRAN"

Fransızca……......…."SAFRAN"

Rusça………….....…"SHAFRAN" (???????)

Gürcüce ……….....…"ZAPRANA" (???????)

Ermenice…….…...…"ZAFRAN" (??????)

Arapça…………......."ZAFERAN" (??????????)"

Safran: İyonyalı tüccarlarla Safranbolu'dan Girit'e girmiş olabileceği gibi, o dönemlerde Mısır'a ticari ve kültür yönünden tamamen bağlı (denizlere hakim gözükmelerine rağmen Mısır'a haraç verdikleride Mısır kaynaklarında yer almakta) durumda olduklarından, KUTSAL bitki olarak Mısırdan getirilip tarımı yapılmaya başlanmış olabilir.

Mısır'da Tanrılara sunulacak kadar önemli Kypi kutsal yağında (MESH etme, edilme yağı) safranın kullanılmış olması Girit safranının Mezopotamya Güney-Batı Asya bölgesinden alındığını ortaya koyar.

4-5 bin yıllık geçmişi bilinen bu Güney-Batı Asya bölgesine (Türkiye, Ortadoğu ve Kafkasların bir bölümünün dahil edildiği bölge; Afganistan'dan başlayıp, Arabistan yarım adasını içine alıp Akdenize kadar uzanır) has olan safranın bu süreç içinde 90-100 kadar hastalığın tedavisinde kullanıldığı bilinmekte imiş..

Devrin bilimsel ölçeğine bağlı olarak bitkilerin kraliçesi olarak kabul edildiği dönemlere damgasını vurmuş olan safran günümüzde alternatif tedavi aracı, çok değerli baharat olarak talep ve kabul görmektedir.

O tarihten beri bu bölgesel ilaç, baharat ve boyar malzeme olarak kullanılan safran; önce Asya ve Avrupa'nın diğer bölgelerine yayılmıştır. Daha sonra Kuzey Afrika ve Amerika bölgelerine de giriş yaparak kendini kabul ettirmiştir.

Girit safranının hikayesi fiziksel bir buluntuya dayandırılabilirken, Safranbolu Safranın; kalitesinden, şehrine verdiği isimden, ününden ve kültürlere girmiş isminden ve Evliya Çelebi'nin (1611 - 1682 ) Seyahatnamesinde ki bahsinden, nesiller boyunca gelenekselleşmiş safranlı yemek tariflerinden, rengini verdiği giysilerin kültürlere girmesinden, anılarda kalan safran konulu hikayelerden, doğum-ölüm-evlilik-düğün günlerinin döngülerine çetele olmaktan (eskiler, doğa olaylarına göre bu önemli günleri takip ederlermiş. "Hasat zamanı evlendin, çiçekler açtığında doğdun" gibi) başka, eskilerden kalan bir fiziksel bir belgesi yok.

Bu aktarımlarda kendi çevreleri içinde. Özetle Safranbolu safranının öyle! çok eskilere dayanan bir kaynağı yoktur. Şu andaki en büyük belgesi ismidir. Zafiran, Zafran isimlerinin alınış tarihide kesin bir belge sayılmaz. İsimler zaman içinde, el değiştirdikce, kendi değişime uğradıkca, egemen güçlerin dayatmasıyla değişmektedir. Safran ne zaman şehre tam egemen oldu bilinemez.

SAFRAN ÜRETİM ALANLARI ve ÜRETİM MİKTARI

Osmanlı İmparatorluğu döneminde de oldukca yaygın bir şekilde üretilen safran, ihtiyaçlarımızı karşıladığı gibi yurt dışına bile ihraç edilir. Örneğin 1858 yılında İngiltere'ye gönderildiği kayıtlara geçmiş olan 9700 kilo civarında bir satış var

Osmanlı İmparatorluğundan borçlarını tahsil için kurdukları Duyunu Umumiye ve imtiyaz şirketlerince ne kadarına el koyulduğu, ne kadarının alındığı elbette bilinmiyor. Ancak o imtiyazlandırılan kurumların ve Osmanlı Bankasının kayıtları rakkamları verebilir.

Balkan Savaşı ardından Çanakkale savaşı ve 1. Dünya savaşının diğer cepheleri tarımla uğraşan insan gücünü de cepheye çekmiş, cepheye gidemeyenlerde doğal olarak savaşla ilgili stratejik üretimlere, açlığa çare üretimlere yönelmişlerdir.

Savaş ve işgal yıllarında işgal güçlerinin ve onların paralelindeki çetelerin değerli ürünlere daha sıcak bakıp el koymasıda (pahada ağır yükte hafif) üretimin azalmasına neden oldu denilebilir. (1 kg safran servet değerinde. Yaklaşık 40 dönüm araziden elde edilebilen - o günkü verimle 150-200 dönüm- 20 ton buğday fiyatında. Birileri geliyor ve adamın 500 gram safranını alıp gidiyor. Cebine koysa şişkinlik bile yapmaz. Dünya'nın her yerinde elden kolayca çıkartılabilen bir ürün. İlaç olarak savaş yıllarının stratejik ürünü. Çetelerde, işgalcilerde, soyguncularda altı değerindeki bu bitkinin ekildiği yerleri biliyor. Ekildiğini gören / bilen harami için saklananı ortaya çıkartmak, şahsiyetine yakışır işkence metodları çokta kolay olsa gerek)

Halkın alım gücünün azalması, Sarayın savaş kökenli zorunlu harcamalara odaklanması, 1 kilosu servetle ölçülen Safranı üretilmez hale getirmiştir. Bunun ilk yansıması 20. yy başında (1912-13) görülmüş üretim yetmemeye başlamış. Balkan savaşlarının stokları eritmesi, Balkanlardaki savaşların Çatalca'ya kadar uzanması ilaç açıkları meydana getirmiştir. Tedaviler zorlaşmıştır. O yıl sadece Safranbolu ve Şanlıurfa'da 500 kilo kadar üretim yapılabilmiştir. Tonlarla ifade edilen üretimden 500 kilolara düşülmüş. Oysa bir yüz yıl öncesine kadar ortalama üretim 8-10 tonmuş. (Dekara 400 gr ise; 20-25 bin dönüm ekilmiş)

Daha sonraki yıllarda açığı kapatabilmek için tedavi ve baharat amaçlı safran Fransa'dan İthal edilmiş. 1. Dünya savaşı Çanakkale ile başladıktan yani (1914 yılına kadar Donanma komutanlığıda dahil her görevin patronu olan İngilizler; Almanya ve Avusturya ile Osmalıları aynı cephede birleştirip, Osmanlı İmparatorluğunu düşman saflara ittikten sonra. Müttefik kaptan köşküne oturduktan sonra) Osmanlı İmparatorluğunu terk e)ttikten sonra. (İngiliz tersanelerinde yapılan gemilerimize el koyuduktan ve Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etme bahanesi / yemi olan Yavuz ve Midilli gemilerinin gelme arifesinden hemen önce) Fransa'da safran satışını hemen hemen Lozan Anlaşmasına sonuna kadar durdurmuştur.

Doğal olarak savaş devam ederken bu ülkelerden (taraf değiştiren İtalya, Fransa, İspanya hem düşman oldukları için hem ihtiyaçları nedeniyle. Çanakkalede hastahaneleri, sargı yerini bombalayanalar "su" verir mi?) İLAÇ konumunda olan safran alınamamış. Bizlerle savaş halinde olan o ülkelerde kendi stoklarını koruma ve savaştıklarına "cephane vermemiş olma" adına savaştıkları Osmanlı İmparatorluğuna yapılan satışları durdurmuşlar. (Ne kadar ilginç. Savaşlara girerken kredi vermişler ama ilaç vermemişler. Kurt yemeyi niyetine aldığı kuzuyu beslemekte fayda görmüş olmalı. Birde sadece tüyünü alabileceğini asla yutamayacağını bilebilseydi. Kuzu; her nekadar kurtun su içtiği yerden çok aşağılardan da su içse, kurt "suyumu bulandırdın" diyecek ve kuzuyu yiyecek. Kuzuda bilmeliki; Kurt akşam yemeğe çağırıyorsa, menüde kuzu olacak)

Günümüze gelince: Yüzyıl öncesine kadar Safranbolu'da 40 köyde ekim yapılırken 2012 yılında 43 üreticinin 45 dönüm tarlasında ekim yapılmış. Kötü gibi gelen bu miktarlar hangi seviyeden gelindiğine bakıldığında çok umut verici gözüküyor.

1993 yılında Safranbolu'da sadece yaşlı bir karı-kocanın Davutobası köyünde 650 m², Şanlıurfa Kuruyer köyünde 800 m² büyüklüğündeki bir arazide üretim yapmasına kadar gerileyen safran ekimini duyunca, bugün gelinen ve hızla artan çizgi umut vermekte. Safranı BOL anlamındaki SafranBOLU, yakın gelecekte ismini tam olarak temsil edeceği anlaşılmakta.

Elbette burada kullanılan "BOL" eki SafranBolu isminde yer alan "BOLU" ekinin taşıdığı manada değil, hedefe yönelik "BOLLUK" temenisi olsun diye kullanılmıştır. Sologanlaşsın diye "Bol" anlamı bire bir Türkçe "bol" anlamı ile eşleştirilerek kullanılmıştır.

Ülke genelinde Bakanlığın, Safranbolu boyutunda Karabük Valiliğin ve Safranbolu Kaymakamlığın gayretleri ile ekilen arazi miktarı 2015 verilerine göre 50 dönümün üzerine çıkmıştır. 2000'li yılların başında "300 gr" olan üretim "28-30 kiloya" ulaşmış durumdadır. 2002 yılında yerel kurumlarca başlatılan bu hareket ivmelenerek devam etmektedir.

2015 yılında Safran üretimine ilk etapta 10.000 m² ile başlayıp 40.000 m² alanda tarımına devam etmeyi planlayan Mustafa Turan-İsmail Yılmaz gibi üreticilerle bu rakkam çok daha yukarlara çıkmış olmalı.

Bir ailenin gelenekselleşmiş bir davranışla 650 m² arazide devam ettirdiği safran yetiştiriciliği; Bakanlığın, Valiliğin ve kaymakamlığın çabalarıyla 2004 yılında altı aileye (Davutobası dört, Yörük bir, Aşağıgüney bir aile) ve 4310 m² arazide ekime ulaştırılmıştır.

650 m²'ye düşen dikim alanının 4310 m²'ye üretim miktarının birkaç sene içinde 300-400 gramdan 3 kiloya çıkartılmış olması, 2010 yılında 40.000 m² araziye ve 28-30 kilo üretimi beraberinde getirmiş ve ileriye yönelik umut vermiştir.

Safranı "BOL" günlere ışık yakmış gözükmektedir. İsmini bugünkü yorumu (temenni manası diyelim) ile ele alırsak. Hem "SAFRAN" hemde "BOL" kısmından neredeyse feragat noktasına gelen Safranbolu, "SARAF'nına" kavuştuğu gibi yakın zamanda "BOL" sıfatına da kavuşacağı umulmakta. (Elbette burada kullanılan "BOL" eki SafranBolu isminde yer alan "BOLU" ekinin taşıdığı manada değil, hedefe yönelik "BOLLUK" temenisi olsun diye kullanılmıştır. Sologanlaşsın diye "Bol" anlamı bire bir Türkçe "bol" anlamı ile eşleştirilerek kullanılmıştır)

Üretimin hızlı artamamasındaki en büyük engel, safranın KISIR bir bitki olmasıdır. Tohum vermemesidir. Çoğalabilmek için Soğanının kullanılma zorunluluğudur. Çiçeği bir yıllık soğanı 3-4 yıllık olan safran bir kez dikildiğinde 3-4 sene ürün vermektedir.

Bu durumda; ya! 2-3 sene ürün alıp soğanların iyice çoklamasını bekleyeceksiniz, yada! tarlayı söküp "çiftlenen soğanları" alıp hem yeni tarlaya hemde sökülen mevcut tarlaya yeniden dikeceksiniz.

Ekonomik nedenlerden dolayı çoğunlukla üç sene sonra söküm yapılmakta. Böylece hem; her sene yeniden tarla işleyip dikim yapılmamakta hemde; iki, üç sene sene verimi artarak devam eden çiçeklenme olanağından faydalanarak, çok daha fazla ürün elde edilmekte. Verimli bir safrancılık yapılmakta.

Safran; birinci yıl 350-400 gram ürün verirken 2. yıl 600-700 grama çıkan üretim 3. yılda bu miktar 400 gramlara düşmekte. Bir başka deyişle; yeni arazi açıp dikim yaparak alınabilecek ürün, mevcut arazideki üretime 2, 3 yıl devam ederek kapatabilmekte. (Yeni araziye dikim yapmak için, mevcut arazinin sökülüp fazla -çoklanmış- soğanların yeni yere dikildiği gibi, mevcut yerede yeniden dikilmesi gerekiyor. Bu nedenle tarla sökümleri, bitki verim "pik" değerleride göz önüne alınarak üç yıl sonra yapılmakta)

Ayrıca; dikim yapılmak istense bile dikilecek soğan bulmakta zorlanılıyor. Hedef "Safranbolu safranı" üretmek olduğundan kaliteyi ve aromayı bozmamak olduğundan, yurtdışından soğan ithali tercihler arasında yer almıyor.

40 dönüm (40.000 m²) ekim yapacaklarını ilan eden kişilerde temin ettikleri 1700 kilo 'tohumluk soğan' ile önce 10 dönümü (10.000 m²), üç sene sonrada kendi tarlalarından elde edecekleri soğanlarla geride kalan 30 dönümü (30.000 m²) ekmeyi planlamalarıda bu sebeptendir. 'Deneme-öğrenme' yanındaki en büyük etkenlerden biri budur.

Safranbolu safranı yetiştirmek ön planda tutulduğundan; tohum temin etmekteki zorluk safran üretim artışı önündeki en büyük engellerden başlıcasıdır.

Ekim yapacak aileyi buldunuz, araziyi buldunuz ürünü alacak müşteri zaten hazır ama ortada yeterli tohum yok. O nedenden dolayı yavaşmış gibi gelen safran yetiştiriciliğindeki hız; tohumun üç yıllık peryotları göz önüne alındığında neredeyse katlanma hızına yakın bir seyir seyretmektedir. (2004 yılında 3 kilo, 2-3 peryot sonra 2010'da 20 kilo. 2015'te 40 aile ve 43.000 m² 28-30 kilo, 2004 yılında 6 aile 4300 m², 2015 yılında bir kişinin ektiği 10.000 ekme programına aldığı arazi +30.000 m2. Üretim tahminleri ilk yıl 4 ikinci yıl 6 üçüncü yıl 7, proje tamamlandığında tamamından yılda 24 kilo)

Hedefin 'Safranbolu safranı" yetiştirmek ve onu koruma altına tutabilmek olduğunun en büyük işaretlerinden biride; 2010 yılında Kaymakamlığın önderliğinde ve Esnaf Odasının girişimleriyle 'Safranbolu safranının' tescillenmiş olmasıdır. Coğrafi ve Menşei işareti alınarak özgünlüğünün sağlanmış bir standarta bağlanmış olmasıdır.

Türk Patent Enstitüsü 144 tescil numarasıyla 'Menşei Coğrafi' İşaret alınarak tescili yapılmış olan 'Safranbolu safranının' bir kimliği vardır. Kendisini tanımlayan, tanıtan, diğerlerinden ayrı tutan bir skalası bir kimlik kartı böylece oluşmuştur. 'Safranbolu Safranının' artık bir barkod numarası / kimlik numarasıda vardır.

Ayrıca daha iyi tanıtabilmek, üreticileri destekleyip özendirebilmek, algılarda kalabilmek, tercih edilenlerden yapabilmek, kullanımı ve kullanım sahasını artırabilmek için her yıl Kasım ayında safran hasat festivali / şenliği düzenlenmesine de başlanmıştır.

SAFRAN BİTKİSİNİN ANATOMİSİ - YAPISI

Safran; Dünya üzerinde 1500 Türkiye'de 80 adetin üzerinde bir çeşitliliğe sahip Süsengiller (İridaceae) Bitki Familyasının Kraliçe bitkisidir

Latince adı Crocus Sativus olan Safran; sadece ait olduğu bitki ailesi içinde değil Dünya'da "en değerli ürünü" veren bitkidir. O nedenle Kırmızı Altın olarakta nitelendirilir.

Erguvani - Mor renkte çiçeklere sahip Safran (Crocus Sativus) bitkisinin Eylül-Ekim Ayında açan çiçeklerinin üç adet erkek (stamen / polen üreticisi / tozlayıcı) organların vardır. Polen üreticisi erkek organlarının merkezinden, aynı yumurtalık (ovary) giriş kanalına bağlı, yakalanan polenleri tutma ve taşıma görevi üstlenmiş üç adet 'yumurtalık kanalı yada döl yatağı (iplikcik, flament, halk arasında dilcik) borucukları' yükselir. Aslında "safran" dediğimiz baharatın meyvesi yükselir.

Bu borucukların kanalların üstünde de polen yakalayıcı (yada salgıladığı koku ve nektarine gelen böceklere bulaşan polenleri tutucu) bir ağız / stigma (yada bütününe bakıldığında stigma ağzı) vardır. Yumurtalıktan itibaren bu üçlü yapının hepsine pratikte; tümünü ifade eder biçimde "STİGMA / TEPECİK / DİL" denilmekte. ("Tepecik" aslında erkeklik organı stamen'in "başına / anter'e" has bir tanım olmasına rağmen, Safran pratiğinde dişi organın bütününü kast eder biçimde kullanılmaktadır. Stamen'in polen deposu durumundaki "aten" denilen şişkin başlığıdır) Dişilik organı üzerinde yer alan bu ikili yapıya (iplikcik / Flament+tepecik / stigma) özet olarak "safran" denilebilir. Çünkü o parçalar toplanılıp kurutulduğunda adı SAFRAN olmakta. Safran olarak bilinmekte.

Ağustos (biri - onbeşi arası) ayında dikildikten 45-50 gün sonra Ekim gibi yapraklar görülmeye başlar. Ardından çiçeklenir Kasım sonu - Aralık başında olgunlaşan Safran çiçeğinin ortasında yer alan bu aynı sapa / gövdeye bağlı "üç adet dişilik (stigma)" üreme organının (Polen / Çiçek tozu tutucusu) kurutulmasıyla safran baharatı elde edilmiş olur.

Üretim, dişilik organlarının (Stigma) hasatı (bir başka deyişle safran hasatı) ile tamamlanmıştır. Değerli olduğu kadar etkin olan safran; "BEBEK SAFRAN" olarak kullanıma hazır hale gelmiştir. (Bebek safran; taze safran bir yılını doldurmamış iki hasat arasındaki safran. Bir sonraki hasatı geçirmemiş safran)

Safran bitkisi yaklaşık olarak 230-250 gün yeşil olarak toprak yüzeyinde kalır. İlkbahar da çiçek açmaz , soğanını geliştirir. Daha sonra Mayıs sonu-Haziran başı gibi sararıp kurumaya başlar. Artık soğanları sökülmeye hazırdır. Soğanları sökülürse Ağustos ayında yeni dikildiği yerde, sökülmezse bulunduğu yerde "çoklanmış" olarak üretim döngüsüne döner.

İlkbaharı ve Yaz ayını uyku halinde geçiren Safran soğanları Sonbaharda koyu yeşil dik ve dar yaprakları ile ortaya çıkmasının ardından çiçeklenme dönemine girer ve altı adet taç yaprağı olan erguvani-mor çiçekler ortaya çıkar

Dünya çapında üne ve tanınmışlığa sahip olmasını; tedavilerde ve kullanıldığı gıdalarda çok etkin bir yapı sergilemesine borçlu olan Safran bitkisi; Ortalama 20-30 cm.ye kadar boylanabilen bir yapıya sahip.

Safran bitkisi Ağustos ayında soğan (sadece soğanından üreyebiliyor) şeklinde ekilmesinin ardından, Ekim ayında huni biçiminde Erguvani-Mor renkte çiçekler açarak yeni üretim döngüsüne giriş yapar. Her gövdede bir adet çiçek (tek gövde ve her gövdede tek çiçek soliter yapı) olur.

Safran çiçeği içinde yer alan polen tutucusu ve nakledicisi besleyicisi konumunda olan, aynı köke / sapa bağlı 20-25 mm "İplikçik (Flament)" ile "Erkeklik organından (Stamen)" gelen polenleri yakalayarak tozlanmayı döl borusunun yapışkanlı yüzeyine ileten "ağızdan / tepecikten" meydana gelen ve "Dişilik organı (Stigma)" denilen uzantıların toplanıp kurutulması ile Safran baharatı elde edilmiş olur. Özetsel başka bir bakış açısıyla 'dişilik organı" safrandır.

Sarı renkte erkeklik organının ürettiği polenler, tozlaşmayı takip eden süreçte bitki yumurtalığına (Ovaryum'a) bir boyuncuk (Stilus) uzantısı üzerinde yer alan toplayıcı dişi tepeciğine (Stigma) bağlı kanal (döl yolu) ile ulaşır.

İşte baharat olarak Dünya'da çok pahalı olmasına rağmen hatırı sayılır bir yere sahip olan safran baharatı sadece bu polen tutucu ve dölyatağına aktarıcı kanalların toplanması ile elde edilir.

Kendine has 'benzersiz' tat, renk ve özellikleri barındırır. Safran baharatının keskin bir tadı vardır. İyodoform (İyod türevli antiseptik kristalimsi sarı renkli madde) benzeri, saman benzeri bir kokusu vardır. Keskinliğinin, tadının ve kokusunun sebebi bileşiminde bulunan pikrokrosin ve safranal (safrana özgü) bileşimlerdir / kimyasal maddelerdir. Ayrıca katıldığı yemeklere altın gibi sarı bir renk katan, krosin (Crosin) adı verilen karotenoit bir boya maddesi de içerir.

Kendine has 'benzersiz' tat, renk ve özellikleri barındıran, kullanıldığı yerlerde etkin madde özelliklerini sergileyen, Tarih boyunca Alternatif Tıp tedavilerinde yaygın olarak kullanılan, özellikle son yüzyılın ortalarına kadar boyama işlemlerinin de vaz geçilmezi durumunda olan Safran; her şeyini, koyu kırmızı renkte olan ve tüm özelliklerinin toplandığı bu üç adet ipliksi yapıya borçlu. İplıksi uzantıda bulunan minerallerine, bileşimlerine ve boyar maddeye (Crocin / Krosin'e) borçludur.

Ağırlığının 100.000 katı kadar ürüne renk olarak hakimiyet kuran / sirayet eden Safran, elde edilmesi çok zor olmasından dolayı yerini sentetik boya sanayine terk etmek zorunda kalmıştır. 1 kilo safran ile 100 ton sıvı, boyar malzeme yapılabiliyor.

Baharatı oluşturan birim ürün o kadar hafiftir ki; gramajları sağlayabilmek için çok sayıda ürünün toplanıp fırınlarda kurutulması gerekmektedir;

SAFRAN BAHARATININ BİRİM AĞIRLIK DEĞERLERİ

1 gram Safran için yaklaşık; 50 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 150 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

10 gram Safran için yaklaşık; 500 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 1.500 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

100 gram Safran için yaklaşık; 5.000 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 15.000 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

1000 gram Safran için yaklaşık; 50.000 çiçeğe ait, safran baharatını oluşturan 150.000 adet tepeciğin (stigmanın) toplanıp kurutulması gerekmektedir.

Ürün o derece hafif ki; 1 kg ürün elde edebilmek için iyi verim veren topraklarda 2.000 m² / 2 Dekar (Dönüm) tarlanın işlenmesi gerekmekte. Neden derseniz? 1000 m² / Bir dekar (dönüm) tarladan Türkiye ortalamasına göre; birinci yıl 350 -400 gr, ikinci yıl 500 - 600 gr, üçüncü yıl 650 - 750 gr. kadar safran elde edilebiliyor. Örneklemek gerekirse bir futbol sahasından (50x100=5000 m²) 2,5 kilo ürün alınabiliyor. 125.000 adet çiçek ve bu çiçeklerden toplanmak zorunda kalınan 375.000 adet baharatı oluşturan safran.(stigma / tepecik / dil... )

Safran işini zor yapan; çiçeklerinin tamamının kullanılamaması. Sadece dişilik iplikcileri "baharat / safran" olduğundan, çiçeklerin önce toplanıp sonra teker teker içlerinden safranın çıkarılması gerekmektedir. Bu uğraşı sonrası elde edilen üründe çok hafiftir. Bir kişi bir saatte ancak 50-60 gram (2500 çiçek 7500 iplikcik) safranı, çiçeğinden çıkarabiliyor.

SAYFA BAŞI- GRUP MENÜ

KATEGORİ ve ÜRÜN SEÇİMİ

son



UYARI: Broşürde yer alan ürünlerin kullanımına ilişkin bilgi notu......
....
Sitemiz sayfalarında yer alan bilgiler, konusunda uzman kabul edilen kişi ve kurumn yayınlarından derlenerek ve ürün başlıkları altında sizlere sunulmaktadır. Makalelerden derlenen yazılar faydayı duyurabilmeyi, fayda sağlayabilmeyi amaçlayan bilgi içerikli yayınlardır. Dolaysıyla, bilgilendirme dışında ve bilgi verme seviyesinin üstünde kabul edilmemesi gereken detay yazılardır.
Yazılarda aktarılan bilgiler, önerilenler yada tavsiye edilen uygulamalar tedavilerde kesinlikle kullanılması önerilen REÇETE-VARİ /direktifler yazılar olarak algılanmamalıdır.
Keyfe-kader çay-tonik-katkı-bakım-masaj-tadlandırıcı... gibi kullanımların dışında kalan rahatsızlıklara çare olarak kullanmadan önce tıbbi destek aranmalı dolaysıyla doktora danışılmalıdır.
Yazılarda yer alan tavsiyelerin doğrulukları sorgulanmalıdır. Önerilen bitki ve ürünlerin gerek bitki elde ediliş yöntemleri gerekse üretimleri hakkında bilgiler edinilmelidir. Bilgiler; atadan kalma yöntemlerle alınıp-verilmemeli, bitki çeşitlenmelerindeki ve üretimlerindeki yeni gelişmeler çerçevesinde bilgilerin güncellenmesi gerekmektedir.
Yazılar daha ziyade rahatsızlıklarda fayda sağlayan yada sağlayabilecek bilgiler olarak kabul edilip, asıl tedavilere yardımcı, rahatsızlıkları önleyici, tedavileri destekleyici, vücüt değerlerini dengeleyici, eksikleri tamamlayıcı, organizmaları işlevlerine kavuşturucu, bünye bağışıklığını takviye edici, fiziksel ve mental aktiviteleri kolaylaştırıcı, vitamin ve mineral aktarıcı doğal katkıların tanıtımı olarak görülmelidir.
Doktor tavsiyesine her zaman başvurulmalı, doktor kontrolündeki tahlil sonuçlarına göre hareket edilmelidir.
Her madde ve onların sentezlenmesi ile oluşturulan en iyi ilaç bile, dozu ayarlanmadığı sürece zehre dönüşebilir.
Yılan zehiri ve diğer zehirli materyaller de ilaç yapımında kullanılıyor. Doğada en zehirli bitkilerden de ilaç elde ediliyor. Panzehir üretimlerinde de yine o maddeler kullanılıyor.
Dozu ayarlanmamış "su" da can alabiliyor. Hayatın kaynağı sayılan suyun, aşırı alımında ve saflaştırıldığında zehire dönüşüp ölümle sonuçlanabilen durumlara yol açtığı gibi, en yararlı bitkilerde her ne koşulda ve her ne tarifte olursa olsun, kontrolsüz ve aşırı tüketimleriyle vücutta yan etkiler meydana getirebilmektedir. Vücutta bazı alerjik etkilere neden olabilmektedir.
Bu nedenle her bitki fasılalı ve kontrollü olarak dikkatlice tüketilmelidir. Dikkat edilmezse, kronik rahatsızlıklar göz önüne alımmazsa, bünyede olan diğer hastalıkları, tetikleyebileceği göz önüne alınmalıdır. Eğer bu riskler hesap edilmez yada eldeki bilgilere göre hareket edilirse faydalı olan bitkiler, sağlığı etkileyen zararlı bitkiler konumuna gelebilir.
Her aşırı yüklenmeler gibi fazla vitamin alımıda organizmaya, organlara zarar verebilir. ("Ihlamur, adaçayı çok rahatlatıyor, kasları gevşetiyor" kabulü ile aşırıya kaçıldığında; en azından kalp kapakcık ve mide kapakcığı kaslarını yumuşattığı gibi cinsel organların kaslarını etkileyerek sertleşmeleri ve kasılmaları etkiler...vb..)
Bu nedenle, derlenerek yayınlanan yazılar ve tavsiyeler doktor reçetesi gibi görülmemelidir. Özellikle, kronik rahatsızlıkları olanlar doktora danışarak kullanmalıdır.
Farklı farklı hastalıklardan tedavi görenler, sürekli ilaç kullananlar, kronik hastalıklarla mücadele edenler, alerjik hassasiyeti olanlar mutlaka doktora danışmalıdır.
Özellikle, bitki yağları, extrantları, detoks halleri yoğunlaştırılmış bitki özleri olduğundan, bitki sıvısı olmaktan uzaklaşıp neredeyse ilaç konsantresi konumuna yaklaşmaya başlamıştır. (ilaç ve hap dozajlamasından elbette kat ve kat uzaktır. Ama aşırı tüketimle bu fark azalır. Organlarda olan başka bir hastalığı tetikleyebilir ya da tedavisine sekte vurabilir. Bu nedenle aşırı tüketimden ve süreklilikten kaçınmalı. Kullanıma haftada bir kez olsun ara verilmeli ve kişilerden kişilere değişse de yarar sağladığı tespit edilen oranlarda kalınmalıdır) Sürekli kullanımlar için doktora mutlaka danışmalıdır.
Sürekli kullanımlar yerine fasılalı ve aşırıya kaçmadan alınmakla yetinmeyip, vücutta fiziki değişiklikler gözlendiği gibi mental değişiklikler de gözlenmelidir.
Alerjik bünyeye, kronik rahatsızlıklara sahip olanlar ile sürekli ilaç kullananlar daha dikkatli olmalı ve bu nedenle mutlaka doktora danışılmalıdır. Kullanılan ilaçların etkisini azaltmamak, hesaplanmayan sonuçlarla karşılaşmadan bitkilerden yararlanabilmek için.

<